30 Mayıs 2017 Salı

İSLAM ÖNCESİ VE İSLAM SONRASI ATEİZM (DEHRİYYE)

DEHRİYYE 
Alemin ezeli olduğunu ve bir yaratıcısının bulunmadığını savunan materyalist felsefe akımı. 
(dehri = ateist)

 "Mutlak zaman" anlamına gelen dehr kelimesine nisbeti sebebiyle bu isimle anılan ve İslam dünyasında genel olarak ateist ve materyalist düşünce akımlarını temsil eden dehriyye, belirgin şahsiyetlerin oluşturduğu bir felsefi akımı ifade etmesi yanında çeşitli felsefe akımlarındaki inkarcı tezlerin de ortak adı­dır. İslam dünyasındaki Meşşaiyye ve İşrakıyye ile kıyaslanabilecek bir dehriyye akımının teşekkül etmemiş olması, bu akımın sistematik felsefe tarihi açısından ele alınmasını zorlaştırmaktadır. İbnü'r- Ravendi gibi belirgin tarihi şahsiyetlerin söz konusu akımın öncüleri arasında sayılmasına rağmen İslam dünyasındaki ilhad (dinden çıkma) hareketleri ve bunlara gösterilen şiddetli tepkiler, dehriyye teriminin anlamını yer yer genişletmiş ve hatta belirsizleştirmiştir. Ayrıca inkara yol açabileceği endişesiyle esasen materyalist olmayan felsefi kabuller de dehriyye adı altında değerlendirilmiştir. Özellikle kelam kitaplarında, kendisini ötekilerden veya benzerlerinden ayırt etmeye yarayan birtakım niteliklere sahip bir dehriyye tanımından ziyade bir fikri veya şahsı dehri saymaya yetecek kabuller söz konusu edilmektedir. 

İslam'dan önce bazı Cahiliye Arapları arasında dehriyye anlamında materyalist bir dünya görüşünün mevcut olduğu Kur'an-ı Kerim'de, "Dediler ki hayat ancak yaşadığımızdan ibarettir. Ölürüz ve yaşarız, bizi ancak zaman (dehr) helak eder" (el-Casiye 45/24) mealindeki ayetten anlaşılmaktadır. Ayette geçen "dehr"in "dehri"ye dönüşmesi ise sonraki bir gelişmedir. Ancak dehri olarak nitelendirilen felsefi düşüncelerin ana hatları itibariyle bu ayette belirtilen dünya görüşüne uygun düşmesi, dehri ve dehriyye terimlerinin doğmasında etkili olmuştur. Nitekim Zemahşeri söz konusu ayeti açıklarken kainatta olup biten bütün olayları dehrin gücüne bağlayanların dünyadakinden başka bir hayata inanmadıklarını, ahireti reddettiklerini, dehri her şeyin sebebi saydıkları için şiirlerinde sık sık zamandan şikayet ettiklerini belirtir ve bundan dolayı Hz. Muhammed'in, "Dehre sövmeyiniz, çünkü dehr Allah'tır (veya Allah dehrdir)" dediğini (Müsned, V, 299, 311 ; Buhari, "Edeb", 101; Müslim, "Elfaz" , 4) hatırlatır (el-Keşşaf, lll, 512-513) Bütün kaynaklarda hadisin son kısmı, "Sizin dehre nisbet ettiğiniz olayların asıl faili ve yaratıcısı Allah'tır; bu sebeple zamana sövmekle Allah'a hakaret etmiş olursunuz" şeklinde açıklanmıştır. Şehristani de söz konusu inanç sahiplerinin varlık veren bir tabiat, yok eden bir dehr anlayışına sahip olduklarını kaydetmektedir. Daha sonra dehriler denilen bu zümre hayatı dünya hayatından ibaret görmekle duyulur nesnelerin tabiatlarına takılıp kalmışlardır. Bu tabiatların birleşip dağılmasıyla ölümün ve hayatın vuku bulduğuna inanmaktadırlar. Dehr ise tabiatlardaki oluş ve bozuluşun (nesnelerin fiziki, kimyevi ve biyolojik özellikleri) gerçek failidir. Şehristani'nin Muattılatü'l Arab" (Allah'ı inkar eden Araplar) başlığı altında incelediği dehriyye, Allah ve ahiret inancına sahip olmayan, duyulur nesnelerden akledilir aleme gerekli sıçramayı yapamamış ve metafiziğe kesin olarak sırtını dönmüş materyalistler olarak tanımlanmaktadır. Bunlar Şehristani'nin "tabîiyyûn- dehriyyûn" (natüralist - materyalistler) nitelemesiyle kaba sansüalist materyalizmi temsil ederler. Müellifin "el-felâsîfetü'd-dehriyye" (materyalist filozoflar) adıyla zikrettiği akım ise metafizik alemi kabul etmekle birlikte şeriatı kabul etmeyen ve bir ölçüde metafizikçi filozofların da (el-felâsîfetü'l-ilahiyyün) dahil edildiği akımdır (el-Milel, ll, 3-5, 235) Halbuki Gazzali daha önce dehriyyûn, tabîiyyûn ve ilâhiyyûn akımlarını kesin biçimde birbirinden ayırmış ve sadece birincileri ateist-materyalist olarak tanımlamıştı (el-Münkız mine'd-dalal, s. 37-41 ). Gazzali'nin gözünde dehriler tabiatçı filozoflardan, peygamberleri inkar yanında peygamber gönderen Allah'ı da inkar etmeleri bakımından ayrılırlar; bu sebeple onların kafir sayılmaları daha tabiidir (Fayşalü't-tefrika, s. 46-47). 

Gazzali'nin tasnifindeki netliğe karşı­lık, birçok kelam kitabında yer alan bilgilerdeki nisbi belirsizlikler dolayısıyla dehrîlerle tam olarak kimlerin kastedildiği yeterince açıklığa kavuşmuş değildir. Allah'ın inkar edilmesi, yeniden dirilişin reddi, alemin ezeliliği inancı , tabiatın bir fail olarak kabul edilmesi gibi görüşler, belirgin bir felsefi akıma nisbet edilemeyen, fakat, "Bizi helak eden (fail) dehrden başkası değildir" diyen eski Araplar da dahil olmak üzere çeşitli düşünce akımlarının belli yönlerden katıldığı fikirler olarak ele alınmakta ve bu kabuller genel bir felsefi-kozmolojik tavra işaret etmektedir. Mesela Mâtürîdî, dehrilerin alemin kıdemine olan inançlarını öne çıkarır ve onlara "ashabü't-tabai'" adını verir. Tabiatın ezelden beri varlığına olan inanç, Allah'ın bir fail olarak inkarı anlamına geldiği için tabiat kavramı reddedilir ve oluş-bozuluş süreci hem fiil hem hal anlamında Allah'ın yaratmasına bağlanır. Bu sebeple Sünni kelamda tabiat kavramına karşı takını­lan olumsuz tavır, tabiatı fail olarak tanımlayan kabullere karşı tepkiyi gösterir. Mâtürîdî, ayrıca cismani özellikteki atomların ezelden beri var olduğuna inanıp arazları inkar eden ve araz kavramını yalnızca determinist-mekanik bir harekete indirgeyen Demokritos atomculuğunu da dehriyye içinde değerlendirir. Yine Matürîdî'ye göre alemin ilk maddesini (tıynet (temel madde), heyûla (madde'nin biçimi kabul ediş kabiliyeti)) eni, boyu, derinliği olmayan ezeli bir imkan (kuvve) olarak tanımlayan, oluş ve bozuluşu yalnızca arazlarda gören Aristocu felsefe de dehriyye kapsamındadır. Burada gözetilen ölçü, Allah'ın varlığını kabul veya inkar olmayıp heyûlanın ezeliliği fikridir. 

Aynı düşünür, Sümeniyye denilen ve herhalde Budist kabuller taşıyan bir fırkayı da değişmeyi ezeli bir hudûsa (Yeniden meydana gelme. Sonradan peydah olma. Yok iken vücuda gelme) bağladığı ve Tanrı fikrine yer vermediği için dehriyye kapsamında değerlendirmektedir (Kitabü't-Tevhid, s. 141-147, 152-153). Harizmi de dehrin kıdemine inanan dehrileri, hem Allah'ı inkar eden Muattıla ile hem de putperest, tenasühçü, ezeli dehr ve alem anlayışına sahip Sümeniyye ile birlikte anmıştır (Mefatihu'l- 'ulum, s. 25). Ancak bu son eserde, iki ezeli prensip kabul eden ve zındıklar olarak anılan kesimin dehriyye ile ilişkisi belirsizdir. 

Zındıklar (zenadıka) hareketinin dehriyye ile münasebetinin gösterilmesi, Fars-Hint kültürünün bu akımın doğuşundaki rolünün tespiti bakımından önemlidir. Çünkü kaynaklarda zındıklarla ilhad (dinden çıkma) hareketleri  arasındaki paralelliklere daima işaret edilmektedir. İslam dünyasının klasik çağdaki en ünlü ateist ve materyalisti olan İbnü'r-Ravendi'nin hocaları arasında zikredilen İbn Talut, Nu'man b. Ebü'I-Avca' ve özellikle Ebu İsa el-Verrak gibi isimler ünlü zındıklardır. Yine Beşşar b. Bürd ve Eban b. Abdülhamid el-Lahiki gibi ediplerin Maniheist oldukları yahut o eğilimi taşıdıkları, bunların gözleriyle görmediklerine inanmayan (sansüalist), cin ve melekleri inkar eden kimseler olarak nitelendirildiği bilinmektedir. Fars kültürü ve edebiyatının üstünlüğü teziyle başlatılan Şuûbiyye hareketinin de içinde bulunduğu zındıklar, cüretlerini Kur'an'ın i'cazı fikrini sarsma girişimlerine kadar götürmüşlerdir. Nitekim ünlü edip ve mütercim İbnü'I-Mukaffa' için de Kur'an'a nazire yazdığı yolunda ithamlar söz konusu olmuştur. Bir tercüme şaheseri olarak kabul edilen Kelîle ve Dimne'nin "Babü Berzeveyh" başlığını taşıyan girişi , ister bizzat İbnü'l-Mukaffa' yazmış olsun isterse orjinalinden tercüme etmiş bulunsun, dinleri eleştiren cüretli pasajlar ihtiva etmektedir. İslam dünyasındaki materyalist akımın öncüsü kabul edilen İbnü'r-Ravendi'nin dinleri, peygamberleri ve mucizeleri inkara kadar varan eleştirileri de İslam öncesi İran literatürünün etkisine bağlanmaktadır. İbnü'r-Ravendi ez-Zümürrüd adlı eserinde akıl karşısında naklin gereksizliğini , aklın üstünlüğünü, İslam'ın akla aykırı, mucizelerin uydurma, bilimin peygamberlik fikrine zıt olduğunu, ibadetlerin saçmalıktan başka bir şey ifade etmediğini ileri sürmüş, ancak bu fikirlerini Hint kültürünün temsilcisi olan Brahmanlar'a söyletmiştir. Halbuki dinler tarihçisi Hasan b. Musa en-Nevbahti'nin de el-Ara' ve'd-diyanat'ta belirttiği üzere Brahmanlar tam aksi inançIara sahiptirler (bk. Firaku'ş -Şi'a, s. 23- 24). İbnü'r-Ravendi'nin Brahmanlar'la ilgili bu yakıştırması yüzünden kelam literatüründe Berahime peygamberliği inkar eden bir zümre olarak değerlendirilmiş­tir. Önceden bir Mu'tezili olan, daha sonra Şiiliğe meyleden İbnü'r-Ravendi, ünlü mülhid (Dinden çıkan, dinsiz, kafir, imansız. Haşir ve ahirete inanmayan.)  Ebu İsa el-Verrak ile karşılaş­tıktan sonra uydurma Brahmanlar'ın ağzından ateizmin sistemli bir propagandasını başlatmıştır (bk. Abdurrahman Bedevi, s. 35-44, 50-54, 71-74, 97-98, 115- 119, 128-131, 153, 186). İbnü'r-Ravendi'ye reddiyesiyle tanınan Mu'tezile kelamcı­sı Ebü'I-Hüseyin el-Hayyat, onun Kitabü't- Tac adlı eserinde cisimlerin yaratılmışlığını inkar ettiğini, alemde Allah'a delalet eden bir şey olmadığına, alem ve içindekilerin kadim olup bir yaratıcı ve yöneticisinin bulunmadığına inandı­ğını belirtmektedir. İbnü'r- Ravendi'nin dehriliğini eseriyle tescil eden Hayyat, Ebü'I-Hüzeyl el-AIIaf, Cahiz, İbrahim en-Nazzam gibi Mu'tezilller'in de dehriyyeninkine benzer fikirler taşıdıklarını iddia etmesi yüzünden İbnü'r-Ravendi'ye ateş püskürür ve adı geçen Mu'tezile düşü­nürlerinin gerçek tevhid ehli oldukları­nı ısrarla kaydeder (el-İntişar, s. 11-12, 19-21)

Peygamberlik meselesinde İbnü'r -Ravendi'nin izinden gittiği söylenen Ebu Bekir er-Razi, mutlak zaman anlamındaki dehri Tanrı, nefis, madde ve hala (boşluk) ile birlikte beş ezeli prensipten biri kabul etmesine rağmen kendisini dehri saymamaktadır. Razi'ye göre alem hadistir ve bu hudus (Yeniden meydana gelme. Sonradan peyda olma. Yok iken vücuda gelme.) söz konusu beş ezeli prensip sayesinde gerçekleşmektedir. Açık­çası bu beş prensip kozmos ötesi bir mahiyet arzeder. Böyle bir açıklama biçimi Razi'ye göre dehrilere karşı yeterli olabilecek yegane ispat şeklidir. Çünkü ona göre alemin hudusü tek nedensellik ile açıklanamaz. Razi'nin dehrilere karşı kendisine minnet duyulmasını isteyen tavrı, hemşehrisi olan İsmaili kelamcısı Ebu Hatim er- Razi tarafından reddedilmiştir (A' la-mü'n-nübüvve, s. 14, 20-21). 

İbnü'r-Ravendi'nin yukarıda anılan zorlama ithamlarına karşılık Cahiz'in dehriler hakkındaki değerlendirmeleri Hayyat'ı haklı çıkarmaktadır. Özellikle dehriliğin Grek materyalizmiyle ilgisine işaret etmesi bakımından Cahiz'in verdiği bilgiler önemlidir. Üstelik Cahiz bu bilgileri, İbnü'r-Ravendi'nin dehrilik ithamına maruz kalmış olan İbrahim en-Nazzam'dan nakletmiştir. Buna göre dehriler kainatın nihai prensibinin dört unsur veya nitelik olduğunu ileri sürmektedirler. Dehriliği daha çok Yunanlılar'a ait bir felsefe olarak gören Cahiz, onların saf akli seviyelerinin bu kadar yüksek olmasına rağmen dehri olmalarını veya yıldızlara tapmalarını çevre ve taklidin etkisine bağlar; dolayısıyla dehriliği araş­tırıcı aklın değil taklitçiliğin ürünü sayar (Kitabü'l-Hayevan, V, 40, 46, 327). Cahiz'e göre dehriler Allah'ın varlığını, mucizeleri, şeytan, cin ve melekleri inkar ederler. Onlara göre Hz. Süleyman'ın cinlere de şamil olan hükümranlığı uydurmadır (a.g.e., ll, 139; IV, 85, 90) Daha çok Maniheist karakterli dehriliğin bir özelliği olan cin ve melekleri inkar, duyu ötesi varlıkları yok sayan kaba sansüalizmin bir ifadesidir. 

Cahiz'in çevre ve taklit faktörüne bağ­ladığı dehrilik inancını, İhvan-ı Safa da ahlaki zaafa bağlamaktadır. Onlara göre dehriler bu iddialarını akılları kıt olduğu için değil psikolojik zaaflarından ötürü ileri sürmüşlerdir ; duyulur aleme düşkünlükleri objektif ve akli davranmalarını engellemiştir. Aristo'nun sistemleştirdiği dört sebepten (fail, süri, maddi, gai) fail sebebi inkar etmeleri öteki sebeplerin temellendirilmesinde hataya düşmelerine yol açmış, yaratıcıyı inkarları yüzünden de Ezeliyye olarak anılmış­lardır (Resa, il, III, 455-456). Dehrilerin Ezeliyye şeklinde anılmasına Abdülkahir el Bağdadi de işaret etmektedir. Bağ­dadi'nin verdiği bilgiye göre bunlar, alemin, içindeki değişmeleriyle birlikte şimdi nasıl ise ezelden beri öyle olduğu fikrini benimsemişlerdir. Dehrilerdeki farklılıklar, arazlar yani kainattaki değişme meselesinde kendini gösterir. Bir kısmı ezeli atomları kabul, arazları inkar eder; bir kısmı atomları inkar, ezeli bir maddeyi kabul eder (ashabü'l-heyüla); bir kısmı arazları ezelden beri hadis kabul eder (ezeliyyetü'd-dehriyye) ; bir kısmı da cisimlerde ezelden beri gizli olan arazların belli tabii şartlarda zuhur ettiğini ileri sürer (Usulü'd -din, s. 52-55). Böylece Demokritos, Aristo ve İbrahim en-Nazzam gibi düşünürlerin fikirleri, ezel fikriyle olan ilişkileri yüzünden dehriyye adı altında ele alınmış olmaktadır. Alemin ezellliğini yahut Allah'tan başka ezeli prensiplerin mevcudiyeti fikrini kabul veya ima eden her türlü yaklaşım dehriliğe bağlanmış, yahut Seneviyye'de olduğu gibi dehrilikle yan yana anılmıştır. Çok yaygın olan bu tavır İbn Hazm'da da görülür. İbn Hazm, "Alem ya ezelidir ya muhdestir" şeklindeki şıklardan ilkini kabul edenlerin hepsini dehri saymış­tır. Grek atomculuğu, Aristoculuk, Razi'nin beş ezeli prensibi -ki müellife göre Mecusiler'den mülhemdir-, Mazdekiler, yıldızlara tapan Harran Sabiileri, hep birlikte dehri sayılmanın asgari müş­tereki olan alemin ezeliliği fikrine katılmaları sebebiyle dehridirler. Ancak İbn Hazm, tam anlamıyla dehrilerin fail sebebi inkar etmek suretiyle birden çok ezeli prensibin varlığına inananlardan ayrıldıklarını da söyler (el-Faşl, I, 47-50, 71- 73, 86-89, 90-91). Aynı düşünür, Muammer b. Abbad'ın, nesnelere ait özelliklerin (meani) sonsuz olduğu görüşüyle Eş'ariler'in sürekli yaratılışa dair fikirlerinin alemin ezeliliği kanaatine götürmesi bakımından dehriyyenin doktriniyle paralellik taşıdığını belirtmiştir (a.g.e., V, 60, 82). İbnü'l- Cevzi'nin, Nevbahti'ye ait el-Ara, ve'd-diyanat adlı esere dayanarak verdiği basmakalıp bilgiler kendi hamasi değerlendirmelerinin içinde iyice belirsizleşmektedir. Müellife göre şeytan, apaçık bir hakikat olan yaratıcının varlığını çok az insana inkar ettirebilince tabiatı yaratıcı diye telkin etmiş ve neticede dehrilik doğmuştur. Yunan filozoflarının bir kısmı bu fikirlere kapılmış, bir kısmı da -Aristo gibi- alemi ezeli bir illetli varlık kabul ederek onlara yaklaşmıştır (Telbisü iblis, s. 41-45) Ünlü mutasavvıf Abdülkerim el-Cili ise dehriliği, tapınma duygusunun yanlış bir yönlendirmesi veya Allah'ın herhangi bir tezahüründe takılıp kalması olarak görür. Putperestliğin doğuşundan sonra putlara tapmaktansa tabiatları asli prensip kabul etmenin daha mantıklı olacağını düşünenlerin (tabîiyyûn) yanı sıra sahip olduğu ilahi fıtrat yüzünden dehre tapanlar ortaya çıkmıştır. Halbuki Cili'ye göre sıcaklık, soğukluk, yaşlık ve kuruluk gibi tabiatlara tapanlar gerçekte Allah'ın hayat, ilim, kudret ve irade sıfatlarının oluşlar alemindeki tezahürlerine tapmaktadırlar. Dehriler de dehre hüviyeti açısından tapar (el-insanü'l-kamil, II, 120-1 26)

Gazzali'nin işaret ettiği ayırıma rağ­men natüralistler ve materyalistler, modern düşünür Cemaleddin-i Efgani tarafından da aynı kategoride değerlendirilmiştir. Efgani, er-Red ' ale'd - dehriyyin adlı eserinde "neyciri" (natüralist) olarak andığı dehrileri Demokritos ve Epikuros materyalizmine dayandırmakta, Ortaçağ İslam dünyasında Mazdekiler'in ve Batınller'in de neyciri olduğunu söylemektedir. Ona göre gerek kozmolojik materyalizme inanmaları, gerekse mülkiyet ortaklığını benimsemeleri açı­sından modern komünist, sosyalist ve nihilist akımlar da Mazdeki karakterli dehrilikle aynı çerçevededir (s. ı 33, ı 55- 160). 

Osmanlı Türkiyesi'nde 1789 yılında yayımlanmış bir fermanda Fransız devrimindeki dehri felsefenin reddedilmesi veya devrimin felsefesinden etkilenen Jön Türkler'in dehrilikle itham edilmesi, bu terimin İslam'ın modern çağında daha kapsamlı bir anlamda varlığını devam ettirdiğini göstermektedir (Berkes, s. 316,351; Ef2 !İ ng J. II, 97).

HAYRANİ ALTINTAŞ
İslam Ansiklopedisi

Lütfen Okumadan Geçmeyin;
(İLHAD HAREKETLERİ) ATEİZMİN ve DİNDEN ÇIKMANIN TARİHSEL KÖKLERİ